İmaksızın Şarkısı

 Bir kez sözcüklere döküldüğünde klişe görünüyor ama o zamanlar bunu sözcükler değil, içimde bir düğüm olarak hissediyordum. Ölüm; kağıt ağırlığının içinde de vardı, bilardo masasının üzerinde sıralanmış kırmızı beyaz dört topun içinde de. Ve hayatımız boyunca onu ince bir toz gibi ciğerlerimize çekip duruyorduk. O zamana kadar ölümü hep bağımsız, yaşamdan tümüyle ayrı olarak kabul etmiştim. Ölüm elbette günü gelince bulacak bizi diye düşünüyordum ama o zamana kadar bizi rahat bırakır. Bu bana basit ve mantıklı bir gerçek gibi görünürdü. Yaşam bu yandaydı, ölüm öbür yanda. Oysaki Kizuki'nin öldüğü geceden itibaren artık ölümü ve yaşamı böylesine basit bir biçimde düşünemez oldum. Ölüm yaşamın karşıtı değildi artık, ölüm daha hayatımın başlangıcından itibaren yaşamımın bir parçasıydı. İstesem de istemesem de bunu hiçbir çaba unutturamazdı. O mayıs gecesinde 17 yaşındaki Kizukiyi aldığında ölüm beni de ele geçirmişti. 18 yaşımın ilk baharını göğsümdeki o düğümlenmeyle ve bunu ciddiye almamaya çabalamakla geçirdim. Belli belirsiz de olsa bir şeyleri ciddiye almanın insanı ille de gerçeğe götürmediğini hissediyordum. Ama sorunu ne kadar evirip çevirsem de doğrusu şuydu: Ölüm bir hakikatti. Bu boğucu çelişkiye kendimi kaptırınca sonsuz bir kısır döngüye gömüldüm. Şimdi geriye dönüp bakınca o günlerin çok garip olduğunu görüyorum. Tam yaşamın ortasında her şey ölümün çevresinde dönüyordu.

Haruki Murakami yirminci yüzyıl Japon Edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak kabul ediliyor. Kimileri onu biraz fazla batıdan etkilenen, özellikle Amerikan kültüründen etkilenen bir yazar olarak eleştirse de onun gerçekten de Japon edebiyatının en saygın ve önemli yazarlarından biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor bu eleştiriler. Murakami'nin romanlarının pek çoğu birinci tekil şahsın ağzından anlatılır ki aslında Japon edebiyatında buna Ben Romanı şeklinde tercüme edebileceğimiz bir isim veriliyor. Buna bir çeşit itiraf edebiyatı diyebiliriz çünkü yazarın kendi hayatından izler taşıdığı da söyleniyor. Fakat Murakami bu tarzı yazarken her zaman kendisini kendi olarak anlattığını düşünmüyorum çünkü Süper Kurbağa Tokyoyu Kurtarıyor hikayesinde Tokyo kentinin bir fincan çay içerisinde nasıl da yok olduğunu, mahvolduğunu büyük bir kurbağanın ağzından anlatır. Bazıları Murakami'nin Şamanizm'den etkilenip yazdığını söyler. Bunu bilemiyorum ama romanlarının çoğunda ölüm teması yukarıdaki pasajda olduğu gibi çok güçlüdür. Ölüm demişken Japonya'da 20 ile 44 yaş arasındaki erkeklerin genel olarak ölüm nedenleri intihardır. Ayrıca bu Harakiri'nin bir gelenekle, kültürle de alakalı olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla ölüm Japonya'da adeta yaşamla iç içe geçmiş durumda. Bu da ister istemez onların edebiyatına da, romanlarına da yansıyor. Murakami'nin edebiyat dışındaki hayatının da bence çok ilginç özellikleri var. Mesela bunlardan bir tanesi: kendisi iyi bir maraton koşucusu hatta uzun maraton koşucusu. Bir seferinde yüz kilometrelik bir ultra maratonu tamamladığı söyleniyor. Bir başka ilgimi çeken özelliği de müziğe olan düşkünlüğü ve özellikle Caz ve Klasik Müziğe olan düşkünlüğü. Hatta kendisi de bir ara enstrüman çalmayı denemiş ama daha sonra herhalde becerememiş ki yazar olmakta karar kılmış. Müziği de tıpkı roman yazmak gibi bir akıl yolcuğu olarak değerlendiriyor kendisi. İmkansızın Şarkısı da Haruki Murakami'nin güzel bir romanıdır sizlere de tavsiye ediyorum.

Yorumlar